27 Ağustos 2025 Çarşamba
Toplumda giyim tarzı, bireysel özgürlükler ve ahlaki değerler arasındaki denge her zaman tartışma konusu olmuştur. Son yıllarda, özellikle okullar, hastaneler ve resmi kurumlar gibi kamusal alanlarda giyim tarzı üzerine yapılan tartışmalar artmıştır. Örneğin, geçtiğimiz günlerde bir öğrencinin sınav salonuna uygunsuz kıyafetle girmesi, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Peki, bu durum bireysel özgürlüklerin bir yansıması mı, yoksa toplumsal ahlakın ihlali mi?
Bazılarına göre, bireylerin kıyafet seçimi tamamen kişisel bir haktır ve devletin bu konuda müdahale etmesi özgürlükleri kısıtlar. Ancak, bir diğer görüşe göre, kamusal alanlarda giyim tarzına belirli sınırlar getirilmesi, toplumsal düzenin ve ahlaki değerlerin korunması için gereklidir. Özellikle okullar gibi eğitim kurumlarında, öğretmenlerin ve öğrencilerin giyim tarzı, genç nesillerin zihinsel ve ahlaki gelişimini etkileyebilir. Örneğin, bir öğretmenin profesyonel olmayan bir kıyafetle ders anlatması, öğrencilerin otorite algısını zayıflatabilir mi? Ya da bir öğrencinin sınav salonuna iç çamaşırına benzer bir kıyafetle gelmesi, eğitim ortamının ciddiyetine zarar verir mi?
Hastanelerde de benzer bir tartışma söz konusu. Bir hastanın doktor muayenesine uygunsuz kıyafetle gelmesi, hem sağlık çalışanlarının hem de diğer hastaların rahatsız olmasına neden olabilir. Örneğin, bir erkek hasta kısa şort ve kolsuz tişörtle muayeneye gelse, bu durum nasıl karşılanırdı? Ya da bir kadın doktor, hastanın kıyafetini özgürlük olarak mı değerlendirirdi, yoksa profesyonel bir ortamda uygunluk beklerdi?
Bu tür durumlar, bireysel özgürlüklerle toplumsal normlar arasında bir çatışma yaratıyor. Özgürlük adına her türlü giyim tarzını savunmak, bazılarına göre ahlaki değerleri ve toplumsal düzeni tehdit edebilir. Özellikle genç nesillerin bu tartışmalardan etkilenmesi, ailelerin ve eğitim kurumlarının rolünü daha da önemli hale getiriyor. Edep ve terbiye, öncelikle ailede başlar; ancak toplumun genel ahlaki yapısını korumak için devletin de belirli kurallar koyması gerektiği düşünülüyor.
Sonuç olarak, giyim tarzı ve edep konusu, sadece bireysel bir tercih değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur. Özgürlük ile ahlaki sınırlar arasında bir denge kurmak, hem bireylerin hem de toplumun huzuru için kritik öneme sahiptir. Devletin bu konuda nasıl bir rol üstlenmesi gerektiği ise tartışılmaya devam ediyor.
1593-1634 yılları arasında Sultanahmet’te yaşayan Bekri Mustafa, Osmanlı döneminde “içki” düşkünlüğüyle nam salmış bir figürdür. 41 yaşında vefat eden bu renkli karakter, halk arasında anlatılan bir hikâyeyle de ünlenmiştir. İşte o hikâye:
Bir gün Bekri Mustafa, Küçük Ayasofya Camii’nin önünden geçerken musallada bir tabut görür. Ancak namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur. Cemaat, beklemekten sıkılmış, başında kavuğu ve sırtında cübbesiyle geçen Bekri Mustafa’yı “hoca” sanarak namazı kıldırmasını ister. Mustafa, “Ben hoca değilim” dese de cemaat dinlemez ve onu zorla öne geçirir.
Namazı kıldırdıktan sonra Bekri Mustafa, tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar. Meraklanan cemaat, ne söylediğini sorar. Mustafa gülerek cevap verir:
“Sen şimdi ahirete gidiyorsun. Orada bu dünyanın ahvalini sorarlarsa, Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu dersin. Onlar durumu anlar.”
Bu hikâye, Osmanlı’daki sosyal hayatın ve mizah anlayışının bir yansıması olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bekri Mustafa’nın bu esprili tavrı, halk arasında dilden dile dolaşarak efsaneleşmiştir.
Bu hikâyeyi hatırlatan bir olay, yakın zamanda İran’ın başkenti Tahran’da gerçekleşti. Dünya İslami Uyanış Kurultayı’nda Türkiye’yi temsilen Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek konuşmacı olarak yer aldı. Bu olay, Bekri Mustafa’nın hikâyesini akıllara getirdi; zira tarihin ironik anları, bazen günümüzde de kendini farklı şekillerde gösteriyor. Perinçek’in uluslararası bir platformda Türkiye’yi temsil etmesi, tarihsel mizahla güncel siyasetin kesiştiği bir an olarak dikkat çekiyor.
Bekri Mustafa’nın hikâyesi, Osmanlı’dan günümüze uzanan bir mizah örneği sunarken, Doğu Perinçek’in Tahran’daki temsili, Türkiye’nin uluslararası alandaki varlığını gözler önüne seriyor. Her iki olay da, farklı dönemlerde ve bağlamlarda, beklenmedik rollerin üstlenilmesiyle dikkat çekiyor. Allah sonumuzu hayır etsin!
Günümüzde Müslümanlar olarak giyim kuşam konusunda ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Huzur içinde bir mağazaya gidip, çoluk çocuğumuza, torunlarımıza, eşimize ve kendimize inançlarımıza uygun kıyafetler almak istediğimizde, gönül rahatlığıyla tercih edebileceğimiz seçenekler bulamıyoruz. Onlarca mağaza gezsek de ya istediğimiz tarzda kıyafetler bulamıyoruz ya da bulduklarımız beğenilmiyor. Peki, bu durumun sebebi nedir ve çözüm için neler yapabiliriz?
Herkes terzi değil; kendi kıyafetini dikemiyor, çocuklarına ya da torunlarına el emeğiyle bir elbise hazırlayamıyor. Bu durumda hazır giyim sektörüne yönelmek zorundayız. Ancak, günümüz moda sektörü, İslami değerlere uygun olmayan bir anlayışla şekilleniyor. Moda dünyasında öne çıkan stiller, genellikle Hıristiyanlık ve Katoliklik kültüründen besleniyor. Kadınlar için yarı çıplak ya da vücut hatlarını tamamen ortaya koyan şeffaf kıyafetler, erkekler için ise ucube diye tabir edilebilecek tarzlar sunuluyor. Dövmeli, küpeli, İslami giyim anlayışına uymayan sakal ve kıyafet tarzlarıyla şekillenen bu sektör, LGBT gibi akımları destekleyen bir yapıda ilerliyor. Bu durum, Müslümanlar olarak bizi rahatsız ediyor ve inançlarımıza uygun giyinme özgürlüğümüzü kısıtlıyor.
Geçmişte, özellikle Osmanlı döneminde, Müslümanlar ve gayrimüslimler arasında giyim kuşam açısından net bir ayrım vardı. Gayrimüslimler sarık yerine şapka, şalvar yerine farklı kıyafetler giyerdi. Ancak, Fatih Sultan Mehmet döneminde bu ayrım gevşetildi ve Müslümanlar da zamanla gayrimüslimlerin giyim tarzına yaklaşmaya başladı. Bu durum, milli ve manevi kimliğimizin giyimdeki yansımasını zayıflattı. Oysa atalarımız, giyim kuşamda hem estetik hem de İslami değerlere uygun bir duruş sergilemişlerdi. Günümüzde ise moda sektörü, büyük ölçüde gayrimüslimlerin elinde şekilleniyor ve Müslümanlar bu alanda geride kalmış durumda.
Sanayide, teknolojide ve diğer alanlarda milli bir duruş sergilemek ne kadar önemliyse, giyim kuşamda da aynı şekilde bir milli duruş geliştirmek zorundayız. Katolik ahlakına dayalı kıyafetleri “moda” adı altında çocuklarımıza, eşimize ve kendimize giydirmek, yarı çıplak bir neslin varlığını baştan kabul etmek anlamına gelir. Bu durum, hem inançlarımıza hem de kültürel kimliğimize zarar verir. Müslümanlar olarak, kendi değerlerimize uygun, estetik, rahat ve modern kıyafetler sunan bir hazır giyim sektörüne ihtiyacımız var. Böylece on on beş mağaza gezmek zorunda kalmadan, gönül rahatlığıyla kıyafet alabiliriz.
Giyim kuşam, sadece bir ihtiyaç değil, aynı zamanda kimliğimizin ve inancımızın bir yansımasıdır. Müslümanlar olarak, moda sektöründe geride kalmayı kabul edemeyiz. Kendi değerlerimize uygun, milli ve İslami bir giyim tarzını yeniden inşa etmek zorundayız. Çocuklarımız, torunlarımız ve kendimiz için on mağaza gezmek yerine, inancımıza ve kültürümüze uygun kıyafetleri kolayca bulabilelim. Bu, sadece bir ihtiyaç değil, aynı zamanda bir sorumluluktur.İslamiGiyim, MilliModa, TesettürModası, MüslümanGiyim, OsmanlıModası, ModaSektörü, MilliKimlik, İslamiDeğerler, TesettürKıyafet, MüslümanModa
Dünya üzerindeki büyük dinler arasında Hristiyanlık ve Yahudilik, mezhepsel farklılıklara rağmen iç savaşlardan büyük ölçüde kaçınmayı başarmıştır. Hristiyanlıkta Katolik, Protestan ve Ortodoks mezhepleri bulunurken, Yahudilikte Rabbani tek mezhep olarak varlığını sürdürmektedir. Ancak Müslüman dünyasına baktığımızda, Hanefi, Şafi, Maliki, Hanbeli gibi Sünni mezheplerin yanı sıra Şiilik, Alevilik, Vahabilik, Haricilik ve daha birçok farklı inanç topluluğu görülmektedir. Bu çeşitlilik, ne yazık ki Müslüman ülkeler arasında tarih boyunca mezhep savaşları ve çatışmaların temelini oluşturmuştur.
Ortadoğu, dünya enerji kaynaklarının merkezi olarak adeta bir enerji göz bebeği konumundadır. Ancak bu stratejik bölge, küresel güçler tarafından mezhepsel farklılıklar körüklenerek sömürü alanına dönüştürülmüştür. ABD, Avrupa Birliği, İngiltere ve diğer küresel aktörler, Müslüman ülkelerdeki bu ayrılıkları kullanarak siyasi ve ekonomik çıkarlarını maksimize etmiştir. Müslüman dünyası, bu oyunlara karşı birlik olmayı başaramadığı sürece, sömürü zincirlerinden kurtulamayacaktır.
Anadolu coğrafyası, tarih boyunca medeniyetlerin kesişme noktası olmuş ve Türk Devleti, bu coğrafyanın göz bebeği olarak yükselmiştir. Türk milleti, Osmanlı İmparatorluğu ve daha önceki Türk devletlerinden miras aldığı birlik, dirlik ve adalet anlayışıyla her zaman mazlumların yanında yer almıştır. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti, ecdadının emanetini koruma ve küresel oyunlara karşı durma kararlılığını göstermektedir.
Son yıllarda, Arz-ı Mev’ud hayalleri peşinde koşan İsrail ve onun taşeronları, Ortadoğu’da kan dökmeye devam etmektedir. Ancak Türk Devleti, Cumhurbaşkanımız ve Türkmen beyimiz, Devlet Beyimiz liderliğinde bu oyunlara karşı sesini yükseltmiştir. Türk milleti, Kızıl Elma ülküsüyle hareket ederek, küresel güçlerin Müslüman dünyasını bölme planlarını bozmaya kararlıdır. Türkiye, sadece kendi sınırlarını değil, tüm Müslüman dünyasının onurunu koruma misyonunu üstlenmiştir.
Müslüman dünyasının en büyük sorunu, mezhep kavgaları ve iç çatışmalardır. Küresel güçler, bu ayrılıkları kullanarak Müslüman ülkeleri zayıflatmakta ve kaynaklarını sömürmektedir. Müslümanlar, Sünni-Şii, Alevi-Vahabi gibi ayrımları bir kenara bırakmalı, ümmet bilinciyle hareket etmelidir. Türkiye, bu birliğin öncüsü olmaya hazırdır. Türk milleti, tarih boyunca farklı inançları ve kültürleri bir arada yaşatma becerisiyle örnek olmuştur.
Birlik ve beraberlik, Müslüman dünyasının kurtuluşunun anahtarıdır. Küreselcilerin taşeronluğunu yapanlar, kendi halklarına ihanet etmektedir. Müslüman ülkeler, Türkiye’nin liderliğinde bir araya gelerek, sömürü düzenine karşı durabilir ve kendi geleceklerini inşa edebilir.
Türk milleti, tarih boyunca her türlü zorluğa göğüs germiş, bağımsızlığına ve özgürlüğüne düşkün bir millet olmuştur. Damarlarındaki asil kan ve iman gücü ile Türk milleti, her şartta kendini koruma kapasitesine sahiptir. Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Teşkilatı, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Ülkücü Gençlik, bu milletin güvenliğinin ve geleceğinin teminatıdır.
Türkiye, Kızıl Elma ülküsüyle sadece kendi topraklarında değil, tüm Dünya Türklüğü için bir umut ışığıdır. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Türk milletine gönül veren milyonlar, bu kutlu yolda birleşmiştir. Türk Devleti, ecdadının emanetini korumak için her zaman dimdik ayakta duracaktır.
Küresel güçlerin Ortadoğu’daki oyunları, sadece Müslüman dünyasını değil, tüm insanlığı tehdit etmektedir. Enerji savaşları, terör örgütleri ve mezhepsel çatışmalar, bu güçlerin kontrolü altındadır. Ancak Türk Devleti, bu oyunları bozma kararlılığını dünyaya ilan etmiştir. Sn. Cumhurbaşkanımız ve Devlet Beyimiz, küresel güçlere karşı cesur bir duruş sergileyerek, Türkiye’nin bağımsızlığını ve Müslüman dünyasının onurunu savunmaktadır.
Türkiye, sadece bir ülke değil, bir medeniyet projesidir. Türk milleti, tarih boyunca adaletin, barışın ve kardeşliğin temsilcisi olmuştur. Bugün de aynı misyonla, küresel sömürü düzenine karşı mücadele etmektedir.
Türk milleti, Kızıl Elma ülküsüyle, Dünya Türklüğü ile ve ecdadının emaneti ile yoluna devam etmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, Emniyet Teşkilatımız, Milli İstihbarat Teşkilatımız, Ülkücü Gençlik, Milliyetçi Hareket Partisi ve Türk milletine gönül veren tüm canlar, bu kutlu davanın neferleridir.
Var olsun Kızıl Elma ülkümüz!
Var olsun Dünya Türklüğü!
Var olsun Türk Silahlı Kuvvetlerimiz!
Var olsun Emniyet Teşkilatımız!
Var olsun Milli İstihbarat Teşkilatımız!
Var olsun Ülkücü Gençlik!
Var olsun Milliyetçi Hareket Partisi!
Var olsun Türk milletine gönül veren canlarımız!
Türk milleti, birliği ve dirliğiyle, küresel oyunları bozacak ve mazlumların umudu olmaya devam edecektir. Allah Türk milletini korusun ve yüceltsin!
İşte yine bir fiyasko..!
Acem palavraları İran elindeki silahlı gücü mossadla gizlice işbirliği yapıp ortadoğuda Sünni diye acımasızca insanları katleden adı ömer olanları kurşuna dizen adı Ayşe olan kadınlara tecavüz eden sapkın Şia zihniyetini yaymak için ortadoğu da hiç bir mazluma acımayan kartondan kaplan İran şimdi söyle bakalım değdimi bunca zulme ihanete fitneye İslam aleminin birlik olmaması için yaptığın bütün katliamlara göz yuman İsrail ve batı şimdi kullanma ömrün bitince nasılda üstüne çullandılar seni daha önce Necmettin erbakan dahil nice Türk veya Arap Sünni veya hak ehli Şii insanlar liderler uyarmadımı ama siz ısrarla kendinizi güçlü zannedip adeta alay edercesine zulümlere devam içinizde yuvalanan mossad hücrelerini gözünüz bile görmedi ve bu gün perişan edildiniz gelelim Sünni aleminin satılık yöneticilerine İsraile hava sahasını açıp İrana kapatan alçaklar sanmayın ki İsrail sizleride ıskalayacak sadece işi gereği sıranızı bekliyorsunuz iranın işi bitince bize saldıracaklar türkiyeyide bitirdikleri zaman artık size gerek kalmayacak o zengin şatafatlı saraylarınızdan bir sürülüp baslarınızı kopardıklarında son pişmanlıklarınız asla kar etmeyecek vakit kaybetmeden tövbe edin.
Allaha dönün geçici dünya hayatı için sonsuz ahiretinizi yakıp cehennemlik olmayın allahın rahmeti yakın merhameti boldur bu son şansınız zorda olsa yeryüzünde İslam hakim olduğu gün bu sefer o sefil kellelerinizi bir bir gidecek ona göre..!