Salih Narin

Salih Narin

10 Ekim 2025 Cuma

Pamuk eller, beton ellere dönüşür..

Pamuk eller, beton ellere dönüşür..
0

BEĞENDİM

ABONE OL

  Sn Cumhurbaşkanımız ve Liderimiz Devlet beyimizin Terörsüz Türkiye çalışmaları
Gerek Anadolu Coğrafyasında gerek Ortadoğu Coğrafyasında yaşayanların Barış ve huzur u için atılan ciddi çalışmalar olmuştur . Geçmişte ve hala bugün terörizme çanak tutan iç ve dış hainler çalışmalarına devam etmektedir .
Hal böyle iken uzatılan bu siyasi iradenin kıymeti DEM yetkililerince bilinmelidir.
MHP ve liderimiz Her türlü riski alarak Türk milletinin bugün ve gelecek istiklalini ve istikbalini Saglam temellere bağlamak için Terörsüz Türkiye için Sabırla çalışmakta Ve beklemektedir
DEM yetkilileri TBMM grubunuzda bölücü ayrıştırıcı Ağızla konuşan ve bu tür konuşmaları yapanları susturun
Bilinizki bunlarda Küreselcilerin uşagıdır Anadolu Coğrafyasında tek bir devlet vardır
Liderimin ifade ettiği şekilde
Adı TÜRK Devletidir
Millet TÜRK milletidir .
Herkes haddini bilecektir
Haddini bilmeyene
Sn Cumhurbaşkanımız
Sn liderimizin ifade ettiği şekilde pamuk eller
Beton ellere dönüşür ve genede Terörsüz Türkiye’mize kavuşuruz .
Not .Türkiye’nin ve Türk milletinin huzura ihtiyacı vardır .
Yoruma gerek yok
TANRI TÜRKE YAR OLSUN

 

   

Devamını Oku

Yazdım kurtuldum, yorum sizin..

Yazdım kurtuldum, yorum sizin..
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kaç gündür kafamı kurcalayan, içimi kemiren, dilimden dökemediğim bir durum var…

Yazayım da kurtulayım bu işkenceden…

Sumud filosuyla yola çıkıp dönenlerin haricinde bir de geri dönemeyenler var. Bunlardan birisi de Ak Parti 27.dönem milletvekili İffet Polat’ın kızı Sümeyye Sena Polat… Sümeyye Polat şu anda İsrail hapishanelerinden birinde tutuklu ve açlık grevi başlatmış durumda. İsrail’lilerin kendisine vermiş olduğu hiçbir şeyi yemiyor, içmiyor… Peki neden pek çok kişi evlerine döndüğü halde Sümeyye Sena kardeşimiz geri dönmedi…?

Çünkü Sümeyye Sena kardeşimiz, İsrail’li şerefsizlerin kendisine zorla imzalatmak istediği “Ben İsrail Devleti’nin sınırlarını hukuksuz olarak ihlal ettim, sınır dışı edilmek istiyorum..” yazılı belgeyi imzalamadığı ve “Ben İsrail’e değil, Filistin Devleti’ne geldim..!” dediği için serbest bırakılmadı ve şu an hapishanede… O halde akla şöyle bir soru geliyor. Günlerdir tv.lerde çıkıp zafer naraları atanlar, Filistin topraklarına gittiklerini inkar edip, Gazze’nin İsrail toprağı olduğunu iddia edenlerin uzattığı belgeye imza mı attılar…? Yani Gazze’nin İsrail toprağı olduğunu kabul ettikleri için mi salındılar…?

Sümeyye Sena kardeşimizin ve yanındaki diğer birkaç aktivistin durumuna bakılırsa vaziyet onu gösteriyor. Gemilere el konuldu. Gıda yardımlarına büyük ölçüde el konuldu. Belgelere de imza attırıldı ve uçaklara doldurulup geri gönderildiler..! Tek ödenen bedel, tuvalet musluğundan su içmek miydi…?

Ve gelenlerin hiçbirinin ağzından “Orada tutuklu kalan kardeşlerimize yardım edin..!” diye bir cümle duymadık henüz. Ekranların karşısına geçip kazandıkları(!) galibiyeti ve dik duruşu(!) anlattılar kahramanca…(!)

Peki ya SÜMEYYE… Ve yanındaki gerçek mücahitler…!

Sözde ölümü göze alıp yola çıkanların, İsrail’i tanıyarak geri döndüğü bir tiyatro sahnesi mi izledik biz şimdi…

Yorum sizin…!

Devamını Oku

Hizmet adamları unutulmaz..

Hizmet adamları unutulmaz..
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yağmurluydu hava, cam kenarında oturmuş ülkeyi, siyaseti, muvaffak ile muhalifi düşünüyordum ki aklıma birden Nazım’ın bir anısı geldi..

Koğuş arkadaşlarını okumaya yazmaya yönlendiren Nazım, aynı zamanda cezaevi yönetimine de yardım etmektedir. Cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı’ndan bir müfettiş gelir. Bir kaç gün denetim yaptıktan sonra müdüre:

– Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir? der. Nazım’ı odaya getirirler. Müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş Nazım’ı tepeden tırnağa süzer ve:

-Demek Nazım sizsiniz, der. Nazım’a oturması için yer göstermez. Kısa bir konuşma sonrası, gidebilirsiniz, der. Nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe:

-Ömer Hayyam adını duydunuz mu? diye sorar. Müfettiş hemen atılır:

-Kim duymaz Hayyam’ı.

Nazım:

-Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi?

diye sorar.

Müfettiş şaşırır. Nazım konuşmasını sürdürür, görüyorsunuz sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanı’nı ve sizi kimse anımsamayacak, der çıkar.

Demem o ki; Erdoğan’a her na kadar yalan yanlış iftirada atsalarda tarih asla Erdoğan’ı ve yaptığı hizmet ve eserleri asla unutmayacak, ama özgür Özel unutulacak…

Devamını Oku

Toplumda Giyim ve Edep: Özgürlük mü, Sınır mı?

Toplumda Giyim ve Edep: Özgürlük mü, Sınır mı?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Toplumda Giyim ve Edep: Özgürlük mü, Sınır mı?

 

Toplumda giyim tarzı, bireysel özgürlükler ve ahlaki değerler arasındaki denge her zaman tartışma konusu olmuştur. Son yıllarda, özellikle okullar, hastaneler ve resmi kurumlar gibi kamusal alanlarda giyim tarzı üzerine yapılan tartışmalar artmıştır. Örneğin, geçtiğimiz günlerde bir öğrencinin sınav salonuna uygunsuz kıyafetle girmesi, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Peki, bu durum bireysel özgürlüklerin bir yansıması mı, yoksa toplumsal ahlakın ihlali mi?

Bazılarına göre, bireylerin kıyafet seçimi tamamen kişisel bir haktır ve devletin bu konuda müdahale etmesi özgürlükleri kısıtlar. Ancak, bir diğer görüşe göre, kamusal alanlarda giyim tarzına belirli sınırlar getirilmesi, toplumsal düzenin ve ahlaki değerlerin korunması için gereklidir. Özellikle okullar gibi eğitim kurumlarında, öğretmenlerin ve öğrencilerin giyim tarzı, genç nesillerin zihinsel ve ahlaki gelişimini etkileyebilir. Örneğin, bir öğretmenin profesyonel olmayan bir kıyafetle ders anlatması, öğrencilerin otorite algısını zayıflatabilir mi? Ya da bir öğrencinin sınav salonuna iç çamaşırına benzer bir kıyafetle gelmesi, eğitim ortamının ciddiyetine zarar verir mi?

Hastanelerde de benzer bir tartışma söz konusu. Bir hastanın doktor muayenesine uygunsuz kıyafetle gelmesi, hem sağlık çalışanlarının hem de diğer hastaların rahatsız olmasına neden olabilir. Örneğin, bir erkek hasta kısa şort ve kolsuz tişörtle muayeneye gelse, bu durum nasıl karşılanırdı? Ya da bir kadın doktor, hastanın kıyafetini özgürlük olarak mı değerlendirirdi, yoksa profesyonel bir ortamda uygunluk beklerdi?

Bu tür durumlar, bireysel özgürlüklerle toplumsal normlar arasında bir çatışma yaratıyor. Özgürlük adına her türlü giyim tarzını savunmak, bazılarına göre ahlaki değerleri ve toplumsal düzeni tehdit edebilir. Özellikle genç nesillerin bu tartışmalardan etkilenmesi, ailelerin ve eğitim kurumlarının rolünü daha da önemli hale getiriyor. Edep ve terbiye, öncelikle ailede başlar; ancak toplumun genel ahlaki yapısını korumak için devletin de belirli kurallar koyması gerektiği düşünülüyor.

Sonuç olarak, giyim tarzı ve edep konusu, sadece bireysel bir tercih değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur. Özgürlük ile ahlaki sınırlar arasında bir denge kurmak, hem bireylerin hem de toplumun huzuru için kritik öneme sahiptir. Devletin bu konuda nasıl bir rol üstlenmesi gerektiği ise tartışılmaya devam ediyor.

Devamını Oku

Bekri Mustafa’nın İmamlık Hikâyesi ve Doğu Perinçek’in Tahran’daki Temsili

Bekri Mustafa’nın İmamlık Hikâyesi ve Doğu Perinçek’in Tahran’daki Temsili
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bekri Mustafa’nın Efsanevi İmamlık Hikâyesi ve Günümüzle Bağlantısı

1593-1634 yılları arasında Sultanahmet’te yaşayan Bekri Mustafa, Osmanlı döneminde “içki” düşkünlüğüyle nam salmış bir figürdür. 41 yaşında vefat eden bu renkli karakter, halk arasında anlatılan bir hikâyeyle de ünlenmiştir. İşte o hikâye:

Bekri Mustafa’nın İmamlık Hikâyesi

Bir gün Bekri Mustafa, Küçük Ayasofya Camii’nin önünden geçerken musallada bir tabut görür. Ancak namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur. Cemaat, beklemekten sıkılmış, başında kavuğu ve sırtında cübbesiyle geçen Bekri Mustafa’yı “hoca” sanarak namazı kıldırmasını ister. Mustafa, “Ben hoca değilim” dese de cemaat dinlemez ve onu zorla öne geçirir.

Namazı kıldırdıktan sonra Bekri Mustafa, tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar. Meraklanan cemaat, ne söylediğini sorar. Mustafa gülerek cevap verir:

“Sen şimdi ahirete gidiyorsun. Orada bu dünyanın ahvalini sorarlarsa, Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu dersin. Onlar durumu anlar.”

Bu hikâye, Osmanlı’daki sosyal hayatın ve mizah anlayışının bir yansıması olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Bekri Mustafa’nın bu esprili tavrı, halk arasında dilden dile dolaşarak efsaneleşmiştir.

Günümüzle Bağlantı: Doğu Perinçek’in Tahran’daki Temsili

Bu hikâyeyi hatırlatan bir olay, yakın zamanda İran’ın başkenti Tahran’da gerçekleşti. Dünya İslami Uyanış Kurultayı’nda Türkiye’yi temsilen Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek konuşmacı olarak yer aldı. Bu olay, Bekri Mustafa’nın hikâyesini akıllara getirdi; zira tarihin ironik anları, bazen günümüzde de kendini farklı şekillerde gösteriyor. Perinçek’in uluslararası bir platformda Türkiye’yi temsil etmesi, tarihsel mizahla güncel siyasetin kesiştiği bir an olarak dikkat çekiyor.

Sonuç: Tarih ve Güncelin Buluşması

Bekri Mustafa’nın hikâyesi, Osmanlı’dan günümüze uzanan bir mizah örneği sunarken, Doğu Perinçek’in Tahran’daki temsili, Türkiye’nin uluslararası alandaki varlığını gözler önüne seriyor. Her iki olay da, farklı dönemlerde ve bağlamlarda, beklenmedik rollerin üstlenilmesiyle dikkat çekiyor. Allah sonumuzu hayır etsin!

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.